17 Şubat 2011 Perşembe

Naziler Atlantis'in Peşinde I


Heinrich Himmler


Müttefikler 1945 yılında Heinrich Himmler’in özel kütüphanesini ele geçirdiklerinde gizli bir kitap koleksiyonu ile karşılaştılar. Bunların arasında Ernst Höbiger’in The World Ice History adlı bir kitabın kopyası da bulunuyordu. Kitapta yazar uzaydan gelen bir süper ırkın eski Atlastis adasına yerleştiği iddiası yer alıyordu. Höbiger’e göre bu süper ırk burada çok ileri bir uygarlık kurdu. Bu uygarlık buzul tabakalarının ilerlemesiyle yer değiştirdi ve dünyanın çeşitleri yerlerine dağıldı. Yunanlılara ve Mısırlılara uygarlığı öğretende onlardı. Himmler tüm bunlara inanmakla kalmadı Atlantislilerin torunlarının en mükemmel bireylerinin Almanya’da yaşadıklarına kesin gözüyle bakmaya başladı. Diğerleri ise dünyanın çeşitli yerlerine yayılmışlardı. Onun görüşüne göre bunlar süper insanlar olan Ariler’di. Nazi devleti içinde en korkulan organizasyon olan SS’leri yaratırken Himmler'in hayal dünyasını besleyen bu düşüncelerdi.

 
Himmler’in kütüphanesindeki diğer kitapların arasında Hörbiger’in kitabını bir kenara bırakmak kolay olabilir ama bu teorilerin doğru olduğunu kanıtlamak için yaptıklarına bakınca hayli şaşırtıcı olduğu görülüyor. Öyle ki muhtemelen dağılmış ana ırkın ve Atlantis’in ırksal ve arkeolojik kalıntılarını bulmak için İzlanda, Grönland, Orta Amerika ve Tibet’e kadar keşif heyetleri gönderdi.


Himmler’in bu konulardaki gurusu, Herbert Wiligut adındaki bir Avustralyalıydı. 80’lerin sonlarında Himmler’in eski yardımcısı Karl Wollf onun hakkında “Avusturya ordusunda albaydı. Bizden (SS) Weisthor takma adını aldı. Thor Alman tanrısı, weis ise akıllı insanların ailesinden geldiği anlamına geliyordu. Ve o Hıristiyanlık öncesi inançları canlandırmaktan sorumluydu. Yaşamın misyonunu, bilgi ve tecrübelerini bin yıllık Almanya hükümetini gelecekteki koruyucusu ve seçilmiş kişileri olacak SS’e geçmek olarak gördü.” demiştir.
Wiligut yada Weisthor’a resmi bir görev verildi. Böyle bir pozisyonun nedeni Wiligut’un tarihöncesi zamanlara dayanan Alman filozoflarının soyundan gelenlerin sonuncusu olduğunu iddia etmesiydi. Ayrıca binlerce yıl önce soyunun yaşadıklarını ve tarihini hatırlamasına yarayan üstün bir hafızası olduğunu ileri sürüyordu.

9 Şubat 2011 Çarşamba

Gamalı Haç



İnanmak güç olsa da gamalı haç (swastika) Naziler'in tekeline girmeden önce, bir zamanlar iyi şansın simgesiydi. Sanskritçe'de "su"  (iyi) ve "asti" (olmak) kelimelerinden geliyor ve geçmişi binlerce yıl öncesinde insanların kuzey yıldızı çevresinde hareket eden Büyük Ayı takım yıldızını farkettikleri zamana kadar uzanıyor.





Hint Formu

Bu hareketin planı yılda dört kez çıkarıldığında gamalı haç şekli oluşuyordu. Bu simge mevsimlerin değişiminin işareti sayılıyordu.

Günümüzde eski gamalı haç simgeleri dünyanın pekçok köşesinde bulunabilir. Filistin'de, 2000 yıllık yahudi tapınaklarında bile yer almakta; Dalay Lama'nın tahtının süslüyor, Hint Şans tanrısı Ganeşe'yı simgeliyor... 

Hindistan'da bazı İngiliz kolonileri gamalı haçı büyülü bir şans olarak batıya getirdiler. 19. yüzyılın sonlarından, Nazilerin yükselişe geçtiği 1930'lu yıllara kadar gamalı haç "Şanslı Haç" olarak biliniyordu. Poker fişlerini, tebrik kartlarını ve yiyecek paketlerini süslüyordu. 1917 yılında tutuklu Rus Çar ailesi şans getirmesi için bir kumaşa gamalı haç işareti işlemişlerdi. Ancak bazı insanlar saat yelkovanı yönündeki versiyonun ölümü ve kara büyüyü simgelediğini düşünüyor. Gerçekten de kara büyücü Aleister Crowley, Hitler'in gamalı haçı kendisinden çaldığını ileri sürmüştür.



Ani Kalesinde kullanılan formu


1 Şubat 2011 Salı

Antik Mısır IV

 CESEDİ SARIP SARMALAMAK




Mısırlılar, öte dünyadaki yaşam hazırlıklarına çok özen gösteriyorlardı. Bireyi ölüme teslim etmek için onu korumak ve bedensel olanlar dahil onun tüm gereksinimlerini karşılamak gerekliydi. Hanedanlar öncesi çağda ölüler çöle gömülüyorlardı. Kuru kum beş bin yıldan önce yaşamış erkeklerle kadınları neredeyse bozulmamış cesetlerini bize ulaştırdı. Bundan sonra büyük mezarlarla lahitlerin kullanılması ölünün kalıntılarının artık eskisi gibi tamamen kuruyamadığı için çürümesine yol açtı. 1. hanedandan itibaren yüksek toplumsal sınıflar için mumyalama kullanıldı.


Kanope


Bir masanın üstüne konulan ceset iç organlarını çıkarmak için bir kenarından yarılıyordu. Yaşam merkezi olan kalp yerinde bırakılıyordu. Beyin uzun, kıvrık kancalar yardımıyla burundan çıkarılıyordu. Sonra uzun bir süre boyunca ceset kurutucu bir maddeye “salnitron” (güherçile) batırılmış olarak bekletiliyordu. Bunun ardından dokulara esneklik vermek için ceset reçine, yağ ve çeşitli baharatlara bulanıyordu. Daha sonraki evre, cesedi dış etkilerden korumak için keten şeritlere sarmaktı. Cesetten çıkarılan organlar kısmen işleniyor ve ölüm tanrılarına emanet edilen dört testiye (kanope) konuluyordu. Daha az karmaşık ve pahalı işlemlerde vardı. Mumyalama işlemleri işe özgü ameliyathanelerde tamamlandıktan sonra, mumya lahde yerleştiriliyordu. Bu gerçek cenaze zamanıydı. Ölü, mezara öküzlerin çektiği bir arabayla götürülüyordu ve eşya, heykel, kanope testisini taşıyan uşaklar cenaze alayının ardından geliyordu.



Ölünün gömüleceği yerde rahipler “ağzın açılması” başlıklı bir tören duası okuyorlardı. Bu ayin ölüye öte dünyada yaşama olanağı vermek için temel bir gereklilikti. Adak sunmanın ardından lahit daha büyük bir lahdin içine konarak mezar kapatılıyordu. Mısırlılarda öte dünyada yaşam bu dünyada iyi yaşanan hayatın ödülü olarak kabul ediliyordu.





Ölüler tanrısı çakal Anubis, ölüye öte dünya yolculuğunda eşlik ediyor, onu tanrısal mahkemenin huzuruna çıkarıyordu. 42 tanrının ve baş yargıç Osiris’in huzurunda, simgesel olarak terazinin kefesine konan ölünün “kalbinin ağırlığı” ölçülüyordu. Diğer kefede Maat’ın (adalet) simgesi olan bir tüy bulunuyordu. Sonuç olumluysa, ölü öte dünya yaşamına giriyordu. Olumsuzsa korkunç bir canavar tarafından yutuluyordu.



          Anubis


Kalbin tüyle tartılması


Ölünün cezadan kaçmak için doğru formülleri bilmesi gerekiyordu. Bunlar Ölüler Kitabı’nı oluşturuyordu. Bu kitap papirüse yazılmış dualar, yakarışlar, büyülerden meydana geliyordu ve lahitteki cesedin yanına konuyordu.






Ceset, çadırlarda yaşayan mumyacıların ameliyathanelerinde 70 gün kalıyordu. Mumyalama işlemini denetleyen tanrı Anubis, genellikle çadırın altındaki mumyayla birlikte resimleniyordu. Hazırlık aşamasında kullanılan hiç bir şey natron dahil atılmıyordu. Her şey büyük boy testilerin içine konup ölüler kentinde saklanıyordu.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails