31 Aralık 2009 Perşembe

2010


Bu sene de kar yağmadı... Ne yapalım...Herkese muhteşem bir yıl diliyorum...

22 Aralık 2009 Salı

Vae Victis


Keltler İ.Ö. VI. yüzyılın başlarında liderleri Brennos'un önderliğinde, İtalya'ya yağma akınları düzenlemişler ve Roma'yı Latin müttefikleriyle İ.Ö. 387 yılında yaptıkları bir savaşta bozguna uğratmışlardır. Roma ordusu dağıldığı için Roma kenti de kaybedilmişti. Fakat kent halkının taşıyabildikleri kadar değerli eşyalarla birlikle sığındıkları kentin iç kalesi Capitolium tepesini 7 ay süren kuşatmaya rağmen ele geçirememişlerdir.
Efsaneye göre; Romalılar, Keltlerin kentlerinden çekilmelerini ancak onlara altın vererek sağlayabilmişlerdir. Fakat Kelt lider Brennos altınların tartılması sırasında teraziye kararlaştırılandan fazla altın almak için, terazideki dirhemlerin üzerine bir de kılıcını koymuştur. Bu duruma itiraz eden Romalıları ise "Vae victis!" (vay yenilenin haline) sözleriyle hem reddetmiş, hemde aşağılamıştır. Bu sözü Romalılar unutmayarak acı hatıraları arasında tarihe mal etmişlerdir.

17 Aralık 2009 Perşembe

ORMANDA UYUYAN GÖLLERDE OLDUĞU GİBİ




Ormanda uyuyan göllerde olduğu gibi,


İki şeyle doludur çoğu insanın kalbi:


Gökyüzü -ve onun bulutları, ışıkları


Türlü renklerle boyar kıpır kıpır suları,


Ve çamur - derin, karanlık, uyuşuk, kasvetli,


Kirli sürüngenlerin sinsice gezindiği.

VICTOR HUGO




Ahmet ALTAN'ın "İçimizde Bir Yer" kitabındaki bu şiir üzerine yazdıkları...


"Ormanda uyuyan göller gibi ruhumuz dipten gelen dalgalarla kabardığında gökyüzünün ışıkları, karanlık, kasvetli, içinde sürüngenlerin dolaştığı çamurla karışır, kendimize sarıldıkça, bir göl yatağı gibi karanlık çamurlarımıza da bulanır, hatta bazen çirkinleşebiliriz, bencilleşebiliriz, kendimizi ve duygularımızı lekeleyebiliriz. Bir aşkın içinden, kendine sarılıp da örselenmeden, lekelenmeden, daha sonra pişman olacağı şeyler yapmadan çıkabilen çok az insan vardır"


Şiir de güzel, Ahmet Altan'ın yazdıkları da...daha fazla yorum yapmaya gerek yok...

1 Aralık 2009 Salı

Dostluk


Küçük bir evde yaşayan yaşlı bir adam vardı. Bir gece ocağın önünde tek başına oturur alevleri seyrederken kapı çaldı. Yaşlı adam seslendi "Kim o?" Dışardan aşkın sesi geldi: "Ben geldim" . Adam kıpırdamadı. "Ben artık ihtiyarladım, bundan böyle aşka ihtiyacım yok!"


Az sonra kapı tekrar çaldı. "Kim o?" "Zenginlik" dedi dışardaki. İhtiyar yine yerinden kıpırdamadı. "Hayatımın sonuna geldim benim zenginliğe ihtiyacım yok." dedi. " Açmam kapıyı!"


Aradan bir süre geçti kapı üçüncü defa çalındı. "Kim o?" diye bağırdı adam. "Dostluk" dedi dışardaki. Bunu üzerine yaşlı adam yerinden kalktı, "Dostluk içeri girdiğinde aşk ve zenginlik arkadan gelir" diyerek kapıyı açtı.


Alev ALATLI


Aydınlanma Değil Merhamet

26 Kasım 2009 Perşembe

İyi Bayramlar

Bayılıyorum Selçuk Erdem karikatürlerine. Herkese iyi bayramlar... Nice bayramlara erişmek dileği ile...

24 Kasım 2009 Salı

Hattice

Anadolu’da Hatti uygarlığı İ.Ö. 2500-2000 ile 1700 yılları arasında varlığını sürdürmüştür. Ancak Hatti sözcüğü uygarlığın yıkılmasında çok sonralar bile İç Anadolu ve çevresi için kullanılmaya devam etmiştir. Hititler bile kendi ülkelerinden Hatti ülkesi olarak bahsederlerdi. Yanlış kullanılan bazı terimler ile Hititler’in Hattiler’den geldiği sanılmış olmasına rağmen iki halk arasında dil ve ırk olarak büyük farklar vardır ve Hattileri, Proto - Hitit’ler olarak tanımlamak yanlıştır.
Hattiler yazıyı kullanan bir millet olmamasına karşın, Hitit metinlerden, dilleri, adetleri, dinleri hakkında pek çok şey öğrenmekteyiz.
Yıllarca Hattiler ile Hititlerin bir arada yaşadıkları kabul edilir. Bunu gösteren en önemli kanıt ise Hitit dili içinde rastlanılan, Hattice’den alınmış kelimelerdir.

Hattice
Hanwasuit (Taht)
Taru (Fırtına Tanrısı)

Hititçe
Halmasuit (Taht)
Tarhu (Fırtına Tanrısı)

Hitit’ler tarafından Boğazköy’deki arşivdeki çivi yazılı metinlerle günümüze ulaşan Hattice, Orta Anadolu’nun kuzey kısımları, Kızılırmak çevresinde III. binde konuşulduğu tahmin edilmektedir. Anadolu’nun geri kalan kısmında bu dilin konuşulduğuna dair bir bilgi yada veri yoktur. Hattice erken Hitit döneminden itibaren yavaş yavaş kullanılmamaya, ortan kalkmaya başlamıştır. İ.Ö. 1650’lerden itibaren 1200’lere kadar Hattice, tapınaklarda rahipler ölü bir dil olarak kullanılıyordu. Rahipler Hattice ilahiler söyleyip dualar okuyorlardı. Bulunan metinlerde Hititçe çevirisi ile birlikte verilmesi nedeni ile bu dönemde Hattice’nin ölü bir dil olduğunun kanıtı olduğu düşünülür. Bu dil için kullanılan Hattice adı da tartışmalıdır. Hattiler’in kendi dillerine bu adı verip vermedikleri bilinmemektedir. Hatti adı yaşadıkları coğrafyanın adı olduğu gibi aynı zamanda başkentinde adıydı. Bu kentin adı daha sonra Hattuş olmuş daha sonra Hitit döneminde Hattuşa haline gelmiştir. Yapılan incelemelerde Hattice’nin Sümerce, Hurrice, Urartuca ve Türkçe gibi aglutinant (Eklemeli-Bitişken) bir dil olduğu anlaşılmıştır.
Hattice’de fiiller ve isimler önek (prefiks) ile çalışır. Örneğin binu “çocuk” lebinu “çocuklar”. İsimlerde aynı zamanda soneklerde mevcuttur. Katte “kral” kattah “kraliçe” gibi.

21 Kasım 2009 Cumartesi

Dünya'nın Yedi Harikası

Dünyanın Yedi Harikası (ya da Antik Dönemin Yedi Harikası), ilk olarak M.Ö. 5. yüzyılda tarihçi Heredotos tarafından ortaya atılan bir fikirdir ve M.Ö. 4. yüzyılda Sidon'lu Antipatros tarafından ilk olarak "Dünya'nın Yedi Harikası Üzerine" (Περὶ τῶν Ἑπτὰ Θεαμάτων) adlı eserle oluşturulmuştur. Günümüzde geçerli kabul ettiğimiz 7 harika listesi, M.Ö. 2. yüzyılda son şeklini almıştır.



Keops Piramidi
Sanıldığının aksine
Giza Piramitleri'nin üçü de dünyanın yedi harikası listesine dahil değildir. Piramitlerden sadece Keops Piramidi bu listeye girmiştir. Keops Piramidi, 4. Hanedanlık zamanında M.Ö. 2560 yılında Firavun Khufu (Keops) tarafından yaptırıldı. Yapımının 20 yılı aştığı sanılmaktadır. Piramit yapıldığında 145,75 m. yüksekliğindeydi. Yapıldığından itibaren 43 yüzyıl boyunca dünyadaki en yüksek yapı olarak kayıtlara geçmiştir. Keops Piramidi ilk inşa edilen olmasına rağmen dünyanın yedi harikası arasında günümüzde ayakta duran tek yapıdır. Bu sebeble Arapların güzel bir atasözü vardır piramitler üzerine "İnsan zamandan, zamansa piramitlerden korkar."



Babil'in Asma Bahçeleri
Babil'in çorak
Mezopotamya çölünün ortasında, ağaçlar, akan sular ve egzotik bitkilerin bulunduğu çok katlı bir bahçedir. Coğrafyacı Strabon'un 1. yüzyıldaki tanımına göre: "Bahçeler birbiri üzerinde yükselen kübik direklerden oluşuyordu. Bunların içleri çukurdu ve büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi için toprakla doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş tuğla ve asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak için Fırat Nehri'nden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu. Bu şekilde üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak teraslardan aşağıya doğru akıyordu" Milattan önce 7. yüzyılda Babil kralı Nebukadnezar tarafından yaptırılmıştır. Söylentiye göre Nebukadnezar bu yapıyı sıla hasreti çeken karısı Semiramis için yaptırmıştır. Semiramis Medes kralının kızıdır. Söylentiye göre Mezopotamyanın düz ve sıcak ortamı onu bunalıma itmiş, kral da karısının hasretini sona erdirmek için yapay dağların olduğu, suların aktığı yemyeşil bir bahçe yaptırmıştır. Bu yüzden bazen Semiramis'in asma bahçeleri olarak da anılır.
Babil'in asma bahçelerinin günümüze gelen kesin izleri yoktur. Fakat, bölgede araştırma yapan arkeologlar, Babil'deki sarayın kuzeydoğusunda görünüşü garip olan temel ve tonozlar buldular. Bunların Babil'in Asma Bahçelerine ait olduğu düşünülmektedir. Babil'in Asma Bahçeleri, klasik yazarlar tarafından ayrıntılı bir şekilde tanımlanmıştır. Günümüzde bu tanımlara göre çizilen resimler bulunmaktadır.



Zeus Heykeli Zeus Heykeli M.Ö. 450 yıllarında, adına olimpiyat oyunları düzenlenen Tanrıların kralı Zeus için, Olimpiyatlar'a ismini veren Olimpia'da yapılmıştır. Zeus Heykeli, bir tahta iskelet üzerine altın, fildişi ve metal parçalar yerleştirilerek yapılmıştır. Heykelin oturduğu taban 6,5 m. genişliğinde ve 1 m. yüksekliğinde, heykelin kendisi ise 13 m. yüksekliğindeydi. Olimpiyat oyunları 391 yılında Theodosius I tarafından putperestlik olarak değerlendirilip sona erdirilince, Zeus Tapınağı da kapatıldı. Heykel, zengin Yunanlılar tarafından Konstantinopolis!e taşınmış ve 462 yılındaki büyük yangında yok olana dek orada kaldı. Bugün temelleri, birkaç yıkılmış kolon ve enkaz tüm kalıntılarıdır.


Artemis Tapınağı Artemis Tapınağı'nın temelleri milattan önce 7. yüzyıla kadar gitmektedir. Tanrıça
Artemis'e ithafen yapılmıştır. Tamamiyle mermerden oluşuyordu. Lidya kralı Kroisos tarafından yaptırılan yapı, Yunan mimar Khersiphron tarafından tasarlanmıştı ve dönemin en büyük heykeltıraşları Pheidias, Polykleitus, Kresilas ve Phradmon tarafından yapılmış olan bronz heykellerle süslenmişti. Tapınak hem bir pazaryeri, hem de bir dini müessese olarak kullanılıyordu. Artemis Tapınağı M.Ö. 21 Temmuz 356'da adını ölümsüzleştirmek isteyen Herostratos adlı bir Yunanlı tarafından yakıldı. Aynı gece Büyük İskender doğmuştur. Bu yüzden tanrıçanın doğuma yardım ettiği için tapınağı koruyamadığına ve yandığına inanılır. Büyük İskender Anadolu’yu fethettiğinde Artemis Tapınağı’nın yeniden yapılması için yardım teklif etmiş fakat reddedilmiştir.


Rodos Heykeli
32 metre yüksekliğinde, demir ve taşla desteklenmiş bronzdan yapılmış bir heykeldir. Rodoslular tarafından Güneş Tanrısı
Helios'a ithafen yapılmıştır. Yapılışından yok oluşuna kadar yalnızca 56 yıl geçmesine rağmen, Rodos Heykeli dünyanın yedi harikasından biri olmayı başarmıştır. Bunun en büyük sebebi, devasa bir heykel olmasının yanısıra Rodos adasındaki insanlar için beraberliğin simgesi olması idi. Rodos Heykeli’nin yapılması tam 12 yıl sürmüş ve heykel M.Ö. 282 yılında bitirilmiştir. Liman girişinde bulunan heykel M.Ö.326 yılında bir deprem sonucunda en zayıf noktası olan dizinden kırıldı. Rodoslular, Firavun III. Ptolemaios Eurgetes’den restorasyon için yardım teklifi aldılarsa da, bir kâhine başvuruldu ve yardım reddedildi. Neredeyse 900 yıl boyunca heykel harabe halinde kaldı. 654 yılında Araplar Rodos’u fethettiler. Heykelden kalanları Suriyeli bir Yahudi’ye sattılar. Söylentiye göre bütün parçaları Suriye’ye 900 devenin sırtında taşınmıştır.




İskenderiye Feneri
Tehlikeli kıyı şeridi boyunca gemicileri yönlendirmek amacı ile İskenderiye kenti kıyısındaki Faros (Pharos) adasında yapılmıştır.Proje Büyük İskender'in komutanları Ptolemaios Soter zamanında M.Ö 290 yılları sonunda başlamış, ölümünden sonra oğlunun hükümdarlığı zamanında bitirilmiştir. Şehrin batı limanında bulunan fener yaklaşık 166 m. yüksekliğindedir. Sadece harikaların değil bugüne kadar yapılmış fenerlerin de en yükseğidir. Gemicilik için güvenli bir ortam sağlamak isteyen Yunanlı tüccar Sostratos tarafından finanse edilmiştir. Fener’in en gizemli yanı, gündüzleri bile güneş ışığını denize yansıtmak amacı ile tasarlanmış cilalı bronz aynalarıydı. Geceleri ise aynaların önünde ateşler yakılıyor, böylece aynanın yansıttığı ışık gece yaklaşık 50 km. mesafeden görülebiliyordu. Yapı bir dizi depreme kadar bozulmadan kaldı. Fakat depremler ve doğal şartlar sonunda çöktü. Üst kısmı 955 yılında bir deprem ve fırtınada kopan fenerin gövde kısmı da 1302'de başka bir depremde çöktü. En sonunda 1480 yılında Memluk Sultanı Kait-bay tarafından fenerin olduğu yere yapılan bir kalede malzemeleri kullanılmak üzere tamamen yıkıldı.


Halikarnas Mauseleumu
Kral Mausollos için karısı ve kız kardeşi tarafından yaptırılmış bir mezar. Bodrum civarında yapılmış ve yapımı M.Ö. 350 yılında tamamlanmış. Tabanın üstünde kenarları heykellerle süslenmiş basamaklı bir podyum bulunuyordu. Süslü su mermerinden yapılmış lahit ve mezar odası, podyumun üstünde bulunuyordu ve Ionia tarzı kolonlarla çevrilmişti. Sıra sütunlar, yine heykellerle süslenmiş bir piramit çatıyı destekliyordu. Dört tane savaş arabasıyla çekilen bir savaş arabası heykeli ise piramidin tavanını donatıyordu. Halikarnas Mauseleum'u toplam yüksekliği 45 m. idi ve 4 tarafındaki 4 heykelin her birini ayrı bir heykeltıraş yapmıştı. Bu heykeller, tanrıların değil de insanlar ve hayvanların heykelleri olmasından dolayı tarihte özel birer yer tutarlar. 16 yüzyıl boyunca Halikarnas Auseleum'u iyi bir durumda korundu. 15.yy da Haçlı Seferleri sırasında St. John şövalyeleri bölgeye geldiler ve bugün Bodrum Kalesi olarak geçen büyük bir kale yaptılar. Bu kalenin yapımında Halikarnas Mozolesi'nin nerdeyse bütün taşları kullanıldı.



Yeni harikalar
İsviçre merkezli New7Wonders Vakfı, dünyanın yeni 7 harikasını belirlemek için başlattığı yarışmaya içlerinde Aya Sofia'nın da yer aldığı 21 finalist eser katıldı. Dünyanın dört bir yanından yaklaşık 100 milyon kişi cep telefonu ve Yeni Yedi Harika adlı internet sitesinde 6 yıl boyunca oy kullanarak dünyanın yeni 7 harikasını seçti. Cep telefonu ve internet oylarıyla belirlenen dünyanın yeni 7 harikası, Portekiz'in başkenti Lizbon'da 7.7.2007 tarihinde ilan edildi. Dünyanın yeni 7 harikası; Ürdün'deki Petra Antik Kenti, Çin Seddi, Brezilya'daki Kurtarıcı İsa Heykeli, Peru'daki Machu Picchu Antik Kenti, Meksika'daki Chichen Itza Piramidi, İtalya'nın Roma kentindeki Colesseum ve Hindistan'daki Tac Mahal anıtmezarı şeklinde sıralandı.

17 Kasım 2009 Salı

Hititçe



30.000 den fazla çivi yazılı Boğaz köy arşivinden bize ulaşan kil tablet metinlerin yüzde seksenini teşkil eden dil Hititçe’dir. Hititçe ilk kez 1915 yılında Çek bilim adamı B. Hrozny tarafından çözüldü. Hrozny Hititçe’nin bir Hint – Avrupa dili olduğu görüşü başlangıçta kuşku ile karşılansa da daha sonra kabul edilmiştir. Kelimeler karşılaştırılırsa pek çok kelimenin günümüz Hint – Avrupa dilleriyle benzerlikleri dikkat çekicidir.
Hititçe


Watar


Et


Wiyana




İngilizce


Water


Eat


Wine


Almanca


Wasser


Essen


Wein

Hititler aslında konuştukları dile Nasili, Nisili yada Nesaca (Nesa kentinin dili) kendilerine de Nesalı dedikleri tabletlerin çözülmesinden sonra anlaşılmıştır. Nesa Hititlerin erken Hitit çağındaki başkentlerinin adıdır.
Hititler yerleştikleri coğrafyanın adının Hatti olması nedeniyle bu adı benimsemişler ve devam ettirmişlerdir. Krallar Hatti ülkesi kralı unvanını devam ettirmişlerdir.

16 Kasım 2009 Pazartesi

Eros ve Psykhe



Eros annesi Aphrodite gibi dünyaya güzellik ve neşe getirir, insanların gönüllerini aşk ateşi ile yakar, insanların mutluluklarını yada sonlarını hazırlardı. Sırtında bir çift kanadı vardı. Bu kanatlarla uçarak dünyayı dolaşır geçtiği yerlere çiçek kokuları saçardı. Eros'un elinde her zaman okları olurdu. Bu oklarla insanları kalplerinden vurur onları birbirlerine aşık ederdi. Ve bir gün kendiside bir güzele aşık oldu. Psykhe (Ruh) bir kralın üç kızının en güzeli idi. Gerçekten o kadar güzel, o kadar alımlıydı ki görenler onu Aphrodite sanıyorlar ona tapınıyorlardı. Aphrodite bir ölümlü ile karıştırılmaktan hiç hoşlanmamıştı. Bu yüzden bir gün oğlu Eros'u yanına çağırdı ve onu dünyanın en çirkin erkeğine aşık ederek cezalandırmasını istedi. Eros annesinin isteğini yerine getirmek için hemen yola koyuldu. Psykhe'yi bulduğunda, çok gururlu olan ve kimseye aşık olmamakla övünen bu genç kızı, dünyanın en çirkin, en kötü erkeğine aşık etmeye niyetliydi ancak kalbini nişan alarak oku atmak üzereyken Psykhe'nin güzelliği aklını başından aldı. Onu başkasına aşık etmek isterken kendisi aşık olmuştu. Psykhe'yi alıp sihirli bir saraya götürdü. Bu saray uyuyan bir ormanın ortasında kurulmuş, muhteşem fakat ıssız bir saraydı. Kanatlı güzel delikanlı gece karanlık düştükten sonra kendini göstermeden saraya giriyor ve sevdiği ile buluşuyordu. Sihirli sarayda bir insanın isteyebileceği her şey vardı. Fakat Psykhe'nin tek istediği kendisini deliler gibi seven bu delikanlının yüzünü görmekti. Fakat Eros bunu kabul etmiyordu, gece hep karanlıkta geliyor ve güneş doğmadan da gidiyordu, akşamları sarayda ateş yada mum yakılmasını yasaklamıştı. Psykhe ne kadar yalvarsa da fayda etmedi. "Aşkımızın sırrını kalbinde taşıdığın sürece mutlu olacaksın" dedi Eros "Beni görmeyi aklından bile geçirme, kim olduğumu yada kimin oğlu olduğumu öğrenme, bilmeden tanımadan beni körü körüne sev... senden gizlenen şeyleri öğrenmeye çalışarak mutlu olma fırsatını elinden kaçırma." Ve Psykhe de bunu kabul etmiş, Eros'u görmeden kim olduğunu bilmeden körü körüne sevmişti. Birlikte çok mutluydular ancak Psykhe'nin kızkardeşleri onların bu mutluluğunu kıskandılar... Bir gün kardeşlerini ziyarete geldiklerinde ona sevdiği delikanlının dünyanın en çirkin en iğrenç en vahşi görünüşlü adamı olduğunu söylediler. Eğer güzel bir delikanlı olsaydı, sevdiğinden yüzünü gizlemezdi, seni böyle ıssız bir sarayda tutmazdı dediler. Ve ona gece sevdiği gelmeden önce yanan bir lambanın üzerine vazoyu ters çevirip koymasını söylediler. Böylece Eros uyuduktan sonra vazoyu kaldırıp aydınlıkta onun yüzünü görebilecekti. Psykhe merakına engel olamayarak kardeşlerinin dediklerini yaptı. Yanan lambayı bir vazonun altına gizleyerek sevdiğini beklemeye başladı. Eros her şeyden habersiz saraya dönmüş , kendini sevdiği kadının kollarının arasına bırakmıştı. Kısa sürede uykuya daldı. Psykhe , Eros uyuyunca gürültü yapmadan yavaşça yataktan kalktı ve ters çevirdiği vazoyu alarak lambayı eline aldı, yatağa yaklaştığında gördükleri karşısında hayrete düştü. Çirkin ve iğrenç bir erkek görmeyi beklerken genç ve çok yakışıklı bir erkekle karşılaşmıştı. Eros'un yakışıklılığı dünyadaki başka hiç bir erkekle kıyaslanamazdı. Yüzü tarif edilemeyecek kadar güzel bu delikalıyı görünce Psykhe'nin ona duyduğu aşk daha da arttı. Sevdiğini alnından öpmek için eğildiğinde, elindeki tabağı düz tutamadığından içinde fitil bulunan lambanın kızgın yağından bir damla Eros'un çıplak omuzuna damladı. Eros duyduğu acıyla sıçrayarak uyandı. Sevgilisinin kendisini dinlemeyip yüzünü görmek için ona oyun oynadığını anlayınca hemen kanatlarını açıp uçarak oradan uzaklaştı. Eros'un gitmesiyle Psykhe için yaptığı büyülü sarayda bozuldu. Psykhe üzüntüden ne yapacağını bilmez olmuştu. Hatası yüzünden dünyada her şeyden çok sevdiği kişiyi kaybetmenin acısıyla yollara düştü. Sevdiğini tekrar bulma ümidiyle tüm dünyayı dolaştı, sayısız yerler gezdi am bir türlü Eros'un izine rastlayamadı. Nihayet dolaşmaktan bitkin bir halde Aphrodite'in sarayının kapısını çaldı. Onun kendisine acıyıp oğlunun yerini söyleyebileceğini düşünmüştü, ancak Aphrodite ona yardım etmek bir yana onu bir köle olarak çalıştırmaya başladı. Zavallı Psykhe sevdiğine ulaşabilmek için buna da razı oldu ve tek kelime dahi etmeden kendisine emredilen her şeyi yaptı. Eros için her türlü acıya katlanmaya razı oldu. Nihayet bir gün Eros'un yanan omzu iyileşti ve kendisine bu kadar yürekten bağlı olan sevgilisinin kaderini değiştirmek için Olympos'a gitti. Zeus'un ayaklarına kapanıp Psykhe'nin kurtarılması ve kendisine eş olarak verilmesi için yalvardı. Zeus onun tüm isteklerini kabul ederek Hermes'e Psykhe'nin Olympos'a getirilmesini emretti. Psykhe, tanrılar katına getirildi ve orada hayatta her şeyden daha çok sevdiği erkekle evlenerek çok mutlu bir hayat sürdü.

12 Kasım 2009 Perşembe

KANDAULES



Lydia kralı Kandaules karısına sevdalıydı ve sevdası çıldırısıya olduğundan dünyanın en güzel yaratığı kendi karısı sanıyordu. Bu sanı ile askeri Gyges'e karısının ölçüsüz güzelliğini övmekten geri kalmazdı. Bir gün Gyges'e "Gyges, karımın ne kadar güzel olduğunu söylediğim zaman pek inanır gibi görünmüyorsun (çünkü kulak göz kadar öğretmez insana doğruyu). O halde onu birde çırılçıplak gör" dedi. Gyges karşı çıktı: "Efendim ne yakışıksız bir şey yapmamı istiyorsunuz. Efendimin karısını çırılçıplak seyretmek olur mu? Bütün kadınlar arasında en güzel olan seninkisi olduğuna inanıyorum ve yalvarırım benden bu kadar ağır bir suç işlememi isteme"
Bu sözlerle işi atlatmak istiyordu ve başına bir iş gelmesinden korkuyordu. Ama Kandaules ısrar etti "Korkma Gyges ve bunları seni denemek için söylediğimi sanma, öyle yaparız ki o senin gördüğünün farkına bile varmaz. Yattığımız odanın kapısının arkasına gizlerim seni, benden sonra gelir yatmaya, kapının yanında bir koltuk var soyunur üzerindekileri oraya koyar, sende onu kolayca görürsün, sonra yatarkende farkettirmeden çıkar gidersin".
Gyges kurtuluş olmadığını anladı ve kabul etti. Kandaules yatma zamanı gelince Gyges'i odaya götürdü, hemen arkasından kadın da geldi soyundu. Gyges hayran hayran seyrediyordu. Yatağa yatmak için yöneldiğinde Gyges çıktı fakat kadın çıkarken gördü. Bu işin kocasının başının altından çıktığını sezinledi bir şey demedi, utancında açılan yaranın farkına varmamış göründü ama bunu Kandaules'e ödetmeye karar verdi.
Sabah olunca Gyges'i çağırttı. Kadın Gyges'e " Senin için iki yol var Gyges, birinden birini seçebilirsin, hangisini istersen onu yap. Ya Kandaules'i öldür, beni de Lydia'yı da al, ya da şimdi ölmeye hazır ol. Evet ikinizden biriniz ölecek, ya seni bu suçu işlemeye zorlamış olan o , ya da beni çıplak görmek ile edep dışına çıkmış olan sen". Gyges kulaklarına inanamadı, yalvardı yakardı ama ikna edemeyeceğini anlayınca kendi canını kurtarmayı tercih etti.
Gece olunca Gyges bu sefer kadının arkasına düşerek odaya geldi ve kapının arkasına gizlendi ve Kandaules uyuyunca, ses çıkarmadan yanaştı ve öldürdü.
Böylece Gyges Lydia kralı oldu.

HERODOTOS I.6

2 Kasım 2009 Pazartesi

Ephesos Akşamı



İ.Ö. 88 yılı ilkbaharıda Pontos Kralı VI. Mithridates'in emriyle Küçük Asya'nın her yerinde aynı günde Romalılara karşı bir etnik temizlik yaşandı. Romalıların çoğu daha ne olduğunu anlamadan öldürüldüler. Galeyana gelmiş halk, toga giyen ve Latince konuşan ne çocuk, ne anne-baba, ne de köle ayrımı yaptı. İtalik kanı taşıyan herkesi öldürdüler. Katliamdan kurtulmak için tapınaklara sığınan insanları da acımasızca katlederek kutsal yerlerin masumiyetini bozdular. O sıralar Pontos Kralı Mithridates'in hakimiyeti altındaki bölgelerde kan dökülmedik bir yer kalmadı.




Peki neden halk bu kadar Roma'ya düşmandı? Sebeb para... Roma halktan bizzat vergi toplamaz bu görevi ihale ederek özel kişilere verirdi. Vergi mültezimleri halktan vergiyi toplayarak, Roma'ya verirdi. Ancak onların bu işten kar etmeleri için verdiklerinden daha fazla toplamaları gerekiyordu. Bu sebeble zorla fazladan vergi toplanması halkın zamanla Roma'dan nefret etmesine sebeb olmuştu ve Pontos Kralı'nın bu girişimi ile de kabaran nefret şiddete dönmüştü.




Mithridates ise tam bir Roma düşmanı idi. Roma'nın Küçük Asya Eyalet valisi Manlius Aquilius'u yakaladıktan sonra bir eşek üzerinde "ben bir Roma valisiyim" diyerek tüm Anadolu'yu dolaştırıp, en sonunda da paraya doysun diye erimiş altın içirip işkence ederek öldürdüğünden antik kaynaklar bahsetmektedir.




Mithridates'in küçüklüğünden itibaren kendine zehir zerk ederek, kendisini zehirlemek isteyenlere karşı önlem aldığı bilinir. Buna tıp dilinde Mithridatism denir ( Kendini zehirlere korumak için küçük veya az şekil ve miktarda zehir alarak kullanmak). En sonunda Roma askerleri kapısına dayandığında, zehir içip intihar edemeyeceği için yaverinden onu öldürmesini istemiş, yaveri de onu öldürmüştür ve Roma'ya sağ teslim olmamıştır.




Mithridates'i daha yakında öğrenmek için Murat ARSLAN'ın Roma'nın Büyük Düşmanı kitabını tavsiye ederim.



Sonbahar













Her sonbahar yapraklar sarırıp, yağmurlar başlayınca aklımda hep Kavafis'in Kent şiiri olur... Sessizce yağan yağmuru camdan izlerken, sonbaharın tatlı hüznüyle başbaşa, başka iklime gitme isteği sarar bir yandan...




KENT
Dedin, “Bir başka ülkeye, bir başka denize gideceğim.
Bundan daha iyi bir başka kent bulunur elbet.
Yazgıdır yakama yapışır neye kalksam;
Ve yüreğim gömülü bir ceset sanki.
Aklım daha nice kalacak bu çorak ülkede nereye çevirsem gözlerimi nereye baksam
hayatımın kara yıkıntıları çıkıyor karşıma,
yıllarıma kıydığım, boşa harcadığım”

Yeni ülkeler bulamayacaksın, başka denizler bulamayacaksın.
Bu kent peşini bırakmayacak. Aynı sokaklarda
dolasacaksın. Aynı mahallede yaşlanacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Bu kenttir gidip gideceğin yer. Bir başkasını umma.
Bir gemi yok, bir yol yok sana.
Değil mi ki, hayatına kıydın burada
bu küçücük köşede, ona kıydın demektir bütün dünyada.

KAVAFIS

Esperanto Dili


Yeryüzünün en yaygın yapay dili. 1887 yılında Polonyalı doktor ve dil bilimci Lazzara L. ZAMENHOF tarafından yaratıldı. Amacı evrensel barışa katkıda bulunmaktı.


Neolatin dilinden etkilenerek geliştirilen Esperanto Dili, fonetik ve gramer açısından oldukça basitti. Bir çok dil bilimci Esperanto'nun tüm dillerden daha kolay öğrenilebileceğini ileri sürmektedir. Bugün çoğunluğu Doğu Avrupa ülkesi olmak üzere yaklaşık 2 milyon insan bu dili konuşuyor. Daha fazla detay için http://tr.wikipedia.org/wiki/Esperanto

19 Ocak 2009 Pazartesi

KIŞ

Her ne kadar üşümeyi sevmesemde atkı, bere, eldiven, kar, sıcak çikolata, boza, kestane, sahlep, portakal gibi kışa özgü şeyleri çok seviyorum ve tabii kış manzaralarını da...Camdan dışarı bakıp yağan karı seyretmek çok güzel...Sevdiğim bir kaç kış manzarasını paylaşmak istiyorum...
Dışarıdan gelen sıcak ya da soğuk Scrooge'u çok az etkilerdi. Hiçbir sıcak onu ısıtamaz, hiçbir kış soğuğu donduramazdı. Hiçbir rüzgar ondan daha keskin esemez, hiçbir kar hedefini öfkeyle gözüne kestirerek onun kadar kasıtlı yağamaz, hiçbir sağanak ondan daha duyarsız olamazdı. Kötü hava onun karşısında aciz kalırdı. En şiddetli yağmur, kar, tipi ve don yalnızca bir açıdan daha ağır basılyorlardı ona: Arada bir efendice "dindikleri" oluyordu, ama Scrooge asla dinmezdi.
Bir Noel Şarkısı
Charles DICKENS

5 Ocak 2009 Pazartesi

Antik Dönem Yazıtlarında Lanetlemeler


İnsanoğlu yüzyıllar boyunca mezarlarını korumak için pek çok yola başvurmuşlardır. Bu yollarla, mezar sahibinin huzurunun bozulmaması ve ölüye duyulması gereken saygı inancından kaynaklı olarak, mezarı soygunculardan korumak amaçlanırdı. Öncelikle mezar betimlemeleri ile insanları mezardan uzak tutma yoluna gidilmiştir. Özellikle bakışları ile insanları taşa çevirdiğine inanılan Medusa başı lahitlerde çok sık karşımıza çıkar. Bu kötülükleri uzak tutmanın resimsel yoludur. Bunun yanı sıra daha açıklayıcı olarak mezara yazılan cezalandırmalar Anadolu’da oldukça yaygındır. Bu cezalandırmalar temel olarak iki gruba ayrılır. İlk grup para cezalarıdır. Ceza, mezara zarar veren kişi mezar sahibinin belirlediği miktarı yine mezar sahibinin belirlediği yere (kent kasası, tapınak gibi resmi binalardan birine) vermesiyle sağlanır. Bu grubun içinde yer alan bir diğer formül de mezar sahibinin isteğine göre mezara zarar verildiğini görüp, ihbar eden kişinin ödenecek paranın bir kısmını almasıdır. Genellikle bu miktar cezanın 1/3’ü ya da 1/2’si kadardır. Bu şekilde mezara zarar verildiğini gören kişinin de bir vatandaşlık görevi olarak ilgili kurumlara bildirmesi ve bunun karşılığında da maddi bir kazanç sağlamasıyla ihbara teşvik amaçlanmaktadır.
İkinci grup ise lanetlemelerdir. Bu grupta da lanetlemeler iki değişik biçimde görünürler. İlki suçlu kişinin kutsal varlıklar önünde lanetli sayılmasıdır. Bu daha çok dini bir yaptırım olarak kişiyi engellemeye yöneliktir. Diğer bir biçimde “beddua” olarak kabul edeceğimiz lanetlemelerdir. Bunlar özellikle soyunun yok olması ya da toprak ve denizden ürün almamasına ilişkin beddualardır.
Para cezaları daha çok bir yasal yaptırım içerirdi. Para cezaları, mezara zarar veren kişiyi kanunlar önünde suçlu ve borçlu duruma düşürürdü. Ancak bu toplum vicdanına yetersiz gelmesi ya da suçlunun yaptığının günah, kendinin de dinsiz veya günahkar olacağının hatırlatılması amacıyla beddualar da eklenmiştir. Günümüzde olduğu gibi belki o dönemde de para cezaları yetersiz kalmış olabilir. Bu tarzda lanet ve beddualarla kişiyi mezardan uzak tutmaya çalışmışlardır. Kendi dönemleri içinde ne kadar başarılı olduğu bilinmemekle beraber sonraki dönemlerde, özellikle Hıristiyanlık inancının gelişmesiyle etkisini kaybetmiş ve hemen hemen tüm mezarlar soyulmuş ve tahrip edilmiştir.Yazıtlardan edinilen bilgilere göre genel olarak yazıtta izin verilenlerin dışında birilerinin gömülmesi, mezarın satılması, mezarın açılması veya tahrip edilmesi suçtu. Hatta mezar sahibinin mirasçıları da üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmedikleri zaman para cezası ödemek zorunda kalıyorlardı.
Sonuç olarak mezar yazıtlarında ki lanetlemeler o dönemin inançlarına ve sosyal yapısına ışık tutmaktadır. Ne kadar etkili oldukları kuşkulu olmalarına rağmen mezar sahibinin ölümünden sonra, huzurunun bozulmaması ve kalıcılığının simgesi olan mezarının yok olmaması için bu önlemi aldığı ve bir ölçüde rahatladığı açıktır. Ayrıca insanların buna ihtiyacının arttığı, para cezası ve lanetlemelerin bu kadar fazla oluşuyla anlaşılmaktadır. Aynı şekilde bu, tahribatın ve usulsüzlüğün de arttığı anlamına gelmektedir.

Genel olarak lanet, ilenç, beddua anlamlarına gelen Latince’de imprecatio, deprecatio, exsecratio, detestatio; Yunanca’da ἡ ἀρά ya da ἡ ἐπάρα kelimeleridir.

2 Ocak 2009 Cuma

iyi seneler


Umarım herkes 2008'den daha iyi bir yıl geçirir...
Herşey gönlünüzce olsun...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails